Yaptıkların için karşılık bekleme... Hatta mümkünse hiçbir şey bekleme.
Huzuru uzakta arama... Huzur sende, derununda, aklında, içinde, kalbinde.
Kendini Tanıyan Rabbini Tanır - Beytullah İmzaoğlu - Ukde Dergisi Mülakat
Konu Sahibi: Beytullahimzaoglu, Kategori: Diğer Yazıları, 0 Yorum, 243 Okunma
Administrator
*******
249
Mesajlar
249
Konular
16-05-2025, 15:03 (Son Düzenleme: 16-05-2025, 16:22, Düzenleyen: Beytullahimzaoglu.)
#1
BEYTULLAH İMZAOĞLU İLE MÜLAKAT
Ukde Dergisi, Yıl 1, Sayı 2, İlkbahar 2024
   

Salih Gürbüz: 1. Sual- Hocam kısaca kendinizden ve tahsil-terbiye vetirenizden bahseder misiniz?
Beytullah İmzaoğlu: Eskiler kendilerinden bahsetmeyi ayıp addederlerdi. Biz onların yanında hiç de mühim insanlar değiliz lakin yine de bu mülakatı okuyacak okuyucularımızın biraz bilgilenmesi için birkaç teknik bilgiyi paylaşabilirim. İstanbul doğumluyum ve artık 30 yaşımı devirdim. Marmara Üniversitesi Tarih Bölümü mezunuyum ve aynı üniversitede Yakınçağ Tarihi sahasında tezli yüksek lisans yaptım. Halihazırda yakın-tarih merkezli çalışmalar yapan bir araştırma vakfı için çalışıyor ve doktora hazırlıklarına devam ediyorum.

Salih Gürbüz: 2. Sual- Peki hocam talebelik yıllarınızda hem fikri hem de ilmi dönüm noktanız ne oldu?
Beytullah İmzaoğlu: Her insanın hayatı kendine mahsus ve ayrı bir âlemdir. Kendini tanıyan Rabbini tanır. Allah, her insana kendini bulması namına hayatının belli döneminde işaretler bırakır. Allah’ın bu ülke insanına ihsan ettiği en büyük nimetlerden birisi hiç şüphesiz Müslüman ve Osmanlı bakiyyesi bir milletin veya ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmektir. Hayatımda birçok dönüm noktası veya köşe taşları vardır. Mesela henüz ilkmektep ikinci sınıfta babam bana bir tarih atlası almıştı, bu, benim tarihe olan merakımın temellerini atmıştır. Yine henüz ilkmektep dört ve beşinci sınıflarda hemen hemen bütün Türk-İslam destanlarını okuma fırsatı bulmam da din, tarih ve coğrafya şuuru kazanmama vesile olmuştur. Lakin açıkçası asıl olarak benim için liseli yıllarım buna vesile oldu. Çünkü liseyi bir kolejde okudum ve kolej ortamında hem insanları hem kendimi hem de hayatı tanıma ve sorgulama imkânı buldum. Karşılaştığım hayat tarzları, bana miras olarak geçen inanç ve fikir dünyasını derinleştirme ve tahkikli hale getirme azmi verdi. Bu arayış içindeyken merhum üstad Kadir Mısıroğlu’nu da tanıdım bu da benim hayatımın en mühim anlarından birisidir. Kader onu karşıma çıkardı ve bizzat giderek onunla daha 17 yaşımda tanışma şerefine nâil oldum. Bu gerçekten hayatımda çok kıymetli bir andı. O günden sonra okuma, araştırma, inceleme, tedkik ve tahkik gayretim arttı ve adeta bir hayat tarzı haline geldi. Zaten ilmi, bir hayat tarzı haline getirirsek ancak gerçekten samimi ve faydalı işler yapabiliriz.

Salih Gürbüz: 3. Sual- Hocam talebeler öğrenme ve kendini inkişaf ettirme hususunda nasıl bir yol izlemeli? Neyi hedef ve gaye olarak görmeli?
Beytullah İmzaoğlu: Kâinat bir düzen üzere işler. Bizler de düzenli bir surette çalışırsak bu düzenin içinde bir yer bulma imkânı bulabiliriz. Talebeler, öğrenme ve kendini inkişaf ettirme hususunda en mühim adım olarak şahsi bir kütüphane kurmaya çalışmalıdırlar. Kütüphanesiz münevver olmaz. Bir ilim yolcusunun en mühim kalesi ve karargâhı evindeki kütüphanesidir. Mesela naçizane talebelik yıllarımda yol ve yemek param dışındaki bütün gelirimi kitaba yatırdım ve damlaya damlaya göl olur darbımeselinde olduğu üzere bizler için seneler içinde araştırma ve kaynak eserlerden müteşekkil binlerce kitaplık bir kütüphane oluştu, bu gayret, tek başına bile bir talebenin büyük bir merhale almasına vesile olabilir. Bu misalden sonra hemen söylemeliyim ki insan-evladı evvela kendini ve yaşadığı devrin şartlarını ve imkanlarını tanımalı ve ona göre hareket etmelidir. Evvela dürüst ve iyi niyetli olmalıyız, kendimize, ailemize, muhitimize ve derece derece bütün insanlığa faydalı olmak azminde olmalıyız. Kısaca mütebessim, temiz ve cömert olmalıyız, iyi bir insan - Müslüman olmalıyız. Hayatı zorlaştırmamalıyız, olmayacak işlerin peşinde ömrümüzü heba etmemeliyiz. Kendimize, ben ne yapıyorum ve ne yapabilirim diye sorarak mümkün olanı kovalamalıyız. Elimizden geleni yapmalı ve gerisini Allah’a bırakmalıyız. Biz tanrı değiliz, yaratamayız ancak Rabbimiz insanların akıl ve kalplerine dokunmayı nasip ederse bizler hayırlı amellere vesile olabiliriz. Allah, her şeyi biliyor ve görüyor, kendimizi onun yerine koyup sahte kahramanlıklara soyunmamalıyız. Yapabileceğimize odaklanıp, yolumuza devam etmeliyiz. Allah’ın tabiata koyduğu kanunlar vardır. Bu kanunlara uyan herkes oluşacak neticeden hissemend olabilir. İyi niyet, ciddiyet, samimiyet, gayret, çalışkanlık… Düzenli ve planlı bir surette bu temel mefhumlara muvafık hareket edersek hem kalbimiz mutmain olur hem de insanlara faydalı olma imkânımız oluşabilir. Hiçbir şey olmasa bile “Ben yapmam gerekeni yaptım” da insan-evladı için gerçekten kendi başına yeterli bir cümledir, gerçekçi olmalıyız. Aslında yol ve gaye belli, yapılması gereken belli. İlk insandan beri belli. Peki biz o yola revan olmayı gerçekten istiyor muyuz, belki de vicdanımıza en başta bunu sormalıyız. Bu noktada pratik birkaç hususa da işaret etmek istiyorum. Muhakkak bir kelime defterimiz olmalı, karşılaştığımız ve manasını bilmediğimiz kelimeleri hemen o deftere yazmalıyız ve o defteri haftada bir tekrarlamalıyız. İyi bir Türkçe olmadan, ilim olmaz. Bunun yanında Osmanlı Türkçesi öğrenmeliyiz ve mümkünse Osmanlıca okur-yazar olmalıyız. Her gün bir kısa metin veya bir arşiv vesikası okuyarak kendimizi en iyi seviyeye kadar geliştirebiliriz. İmkân varken Arapça öğrenmek de ilim kapılarını çok daha fazla açabilir. Bir de en az bir Batı lisanı bilmeliyiz, mesela İngilizce. Onu da kelime öğrenerek ve her gün kısa bir metin okuyarak rahatlıkla halledebiliriz. Kültürümüzün yapıtaşlarından olan musikiye de yönelmeliyiz. Belki de en azından bir ney meşk etmeyi öğrenmeliyiz. Liseli yıllarımda İstanbul’da bulunan bütün padişah ve hanedan mensubu kimselerin ve mühim simaların kabirlerini ziyaret ederdim, kültürel bağları muhafaza gayretiyle muhakkak bu gibi faydalı ameliyeler de yapılmalıdır. Hediyeleşmek de lazım hem de sünnet-i seniyye. Bütün bunlar bizleri kemâle doğru inkişaf için destekler. Ve yazmak da lazım. Belki bir günlük (veya haftalık) tutarak başlanabilir. Yazma kabiliyetimizi geliştirmenin başka bir yolu yok, her meselede olduğu gibi bu meselede de tecrübe ve antrenman bizlere yardım eder.

Salih Gürbüz: 4. Sual- Hocam biliyorsunuz talebelerin her daldan, her sahadan kitap okuyup, bir anda sağlam bir donanıma sahip olma merakı var. Bu konu için metod ve usul açısından neler tavsiye edersiniz?
Beytullah İmzaoğlu: Hepimiz hayatımızın belli dönemlerinde bunları yaşadık. İlmi merakımızı ve geleceğe dair umudumuzu asla kaybetmemeliyiz. Vakıa her şeyi bir anda öğrenemeyiz. Evvela bilmediğimizi kabul etmeliyiz. Sonra her şeyi bilemeyeceğimizi kabul etmeliyiz. Kısaca haddimizi ve yerimizi bilmeliyiz. İlim yolculuğu bir ömür sürer. Öğrenmek, amelle ve paylaşmakla takviye edilirse çok daha kalıcı olur. Bir Müslüman evvela akaid, kelam, hadis, tefsir, fıkıh ve tasavvuf gibi temel ilimleri, usul ve tarihleriyle de beraber ilmihal seviyesinde, ana hatlarıyla öğrenmelidir. Bunun üstüne kendine uygun bir saha belirlemeli ve o sahaya dair mümkün olan bütün okumaları ve incelemeleri yapmalıdır. Bir sonraki mertebede yan sahalara ve saha-dışı okuma ve incelemelere yönelmelidir, böylece meselelere şeş cihetten bakabilen, idraki ve fehmi kuvvetli kimseler olabiliriz. Nasıl ki bilmediğimiz bir iş olduğunda bilen birinden soruyorsak ilim yolculuğu sahasında da bizden evvel bu işe başlayanların rehberliğine başvurmalıyız. Onlar bizim yolumuzu kolaylaştırabilirler lakin mahlukatın, hepsinin ayrı bir kaderi vardır, kısaca yol bizim yolumuz, başkaları bizimle bir yere kadar yürüyebilirler fakat kimse bizim yolumuzda bizim yerimize yürüyemez, yani bir yerden sonra kendi yolumuzda, kendi kendimize devam etmeye mecbur kalırız. Bununla birlikte istişare ve rehberlik almak her daim ehemmiyetini muhafaza edecektir. Farzımuhal, akaid-kelam sahasında İmam-ı Azam’ın Beş Eseri isimli kitabı, giriş kitabı olarak okuyan birisi hem kendi mezhep imamının kitabını okumakla hem de sahanın en temel kitabını okumakla sağlam bir temel atabilir, üstüne İmam Ebü’l-Muin en-Nesefi’nin Tevhidin Esasları kitabını ve bir sonraki mertebede de İmam Matüridi’nin Kitabü’t-Tevhid’ini okuyan bir talebe bu sahada Hanefi-Matüridi akaid-kelam sahasının ne ifade ettiğini büyük nispette ikmal eder. Bunun gibi her ilim şubesinin böyle baş eserleri vardır. İslam’ın siyasi nizamı olan Hilafet’e dair, Hasan Gümüşoğlu’nun İslam’da İmamet ve Hilafet isimli doktora tezini okuyan birisi bu sahaya en doğru adımı atmış ve meselenin nazariyesini halletmiş olur. Halbuki rehber olmasa kim bilir kaç kitaptan sonra bu kitabı bulabilecek veya fark edebilecektir. Rehber bize ciddi bir vakit kazancı da sağlar.

Salih Gürbüz: 5. Sual- Hocam buraya kadar almakla alakalı konuştuk peki bu yapacağımız birikimlerle insanlara nasıl faydalı olabiliriz?
Beytullah İmzaoğlu: Biraz evvel konuştuklarımızı hayatına tatbik eden bir insan istese de istemese de bir yerden sonra derece derece etrafına kendiliğinden faydalı olmaya başlar. Bir çınarın gölgesi gibi istese de istemese de insanlar onun altında gölgelenir yani ondan istifade etmeye başlar. Burada şu temel nüansa işaret etmek isterim. Dünya bir bataklık ve bizler de birer süper kahraman değiliz, insanlar bizi bekliyor değil. Kısaca şunu söyleyebilirim asla tartışmamalıyız ve vaaz vermemeliyiz. Gerçekçi olmalıyız. İlim çok az bir zümrenin imtiyazıdır. İlim ehli de dahil umum insanlara ilmihal ve adap ve ahlak yeterlidir. Bizler samimi, içten, dürüst ve iyi niyetli olursak insanlar zaten bizlerden istifade edeceklerdir. İnsanların yüküne omuz vermeli ve onları kendimizden bir parça gibi görmeliyiz, muhataplarımıza hürmet ve muhabbetle yaklaşmaz ve onları gerçekten sevmezsek onlara faydalı olamayız. İnsanlara daha fazla yük yüklememeliyiz, onlara moral vermeliyiz, onlara umut olmalıyız. İnsanların bugün en çok aradığı şeyler belki de bunlar. Bunun dışında bir yazı yazmak, bir tez yazmak veya vakti geldiğinde bir seyahatname veya hatırat yazmak gibi gelecek nesillere de faydalı olabilecek işler yapabiliriz lakin bereketi yine Allah verir.

Salih Gürbüz: 6. Sual- Hocam günümüzde yakın tarih okumaya büyük bir rağbet var, rağbetin çokluğu bilgi kirliliğini de beraberinde getiriyor. Bu bilgi kirliliğinden sıyrılıp, doğru bilgi ve kaynaklara nasıl ulaşabiliriz?
Beytullah İmzaoğlu: Türkiye, Osmanlı sonrası büyük bir kültür-medeniyet buhranı yaşadı ve insanlarımız bu buhrandan ciddi manada mustarip ve müteessir oldular. Osmanlı sonrası yeni iktidar, kendini meşru göstermek ve yerleştirmek için maziyi karaladı ve sahte bir tarih inşa etti. Bu da nesilleri birbirinden kopardı ve bilgi kirliliğinin oluşmasındaki en temel âmillerden birisi oldu. Yeni nesiller umumen yeni iktidarın görüşlerine göre yetişirken, eski nesiller de umumen geleneğe bağlı kaldılar. Böylece resmi tarih – gerçek tarih ikilemi oluştu. Gerçek şu ki tarih, bir milletin hafızasıdır. O hafıza nasıl inşa edilirse bir millet de o istikamette teşekkül eder, yani tarih bu manasıyla emperyalizmin veya sömürünün anahtarıdır. Mamafih tarih, -birçokları tarafından- hakikat için değil ideolojilere veya politikaya bir malzeme olarak kullanılıyor. Bilgi kirliliğinin bir diğer temel sebebi de budur. Peki bu vakıa - gerçeklik ekseninde ne yapabiliriz? Aklıselim sahibi her insan tarih inşalarındaki tezatları görebilir, mesela, Millî Mücadele senelerinde Maraş’ta düşman tarafından çarşaf ve peçelere yapılan saldırılar nedeniyle halkın Fransızları kovmasını anlatan ders kitapları, sonraki sayfalarda kılık-kıyafet inkılabını övgülerle anlatır. Buradaki tezadı görebilmek temiz zihinler için oldukça kolaydır. Lakin modern eğitim-öğretim de başlı başına bir sömürü düzeni olduğu için insanlar düşünemez hale getirilmektedir. Gerçekten gelenekten; aileden ve çevreden müspet tesir almayan herhangi bir talebe bu sahte eğitim düzeninde kendini toparlayamadan bir ömür geçirebilir. Bu bahis uzar gider. Bugün artık internetin de yaygınlaşmasıyla gerçeğe ulaşma imkânları artmış haldedir. Arşivler açıktır ve kitaplara ulaşmak daha kolaydır. Burada sadece tarih için değil sair ilim şubeleri için de beşerî veya resmi her görüş için de şu temel suallerin sorulması gerekir; “Bu bilgi nasıl, neden, niçin ve kimin için gerçek olsun”, “Bu bilginin kaynağı nedir?” Sormazsak, sorgulamazsak kaybederiz. Yakın-tarih hususunda giriş kitabı olarak Celalettin Vatandaş’ın Cumhuriyetin Tarihi kitabını tavsiye edebilirim. Bunun dışında M. Kemal’in el yazılarını, Kazım Karabekir’in Paşaların Kavgası gibi hatıratlarını söyleyebilirim. Temel kitapların dipnotlarında veya kaynakçalarında kullanılan araştırma ve kaynak eserlerden çok daha fazlasına da ulaşılabilir. Burada kendimize bir usul belirlememiz gerekir. O da şudur; gerçekçi veya hakşinas olmak, araştırmalarımızda kararı başta değil sonda vermek. Beşerî bilgi – İlahi bilgi ayrımı yapmak ve beşerî bilginin değişebilir olduğunu bilmek. Bu bize kolaylık sağlayacaktır. Tarih noktainazarından meseleye devam edecek olursak; tarihten evvel tarihçiyi bir muhakemeye tâbi tutmak gerekir. Tarih-yazan kimse hangi şartlarda yetişti, kimdir, nedir, inancı veya ideolojisi nedir, makamı-mevkii nedir – hangi yerlerde vazife almıştır, hangi hassasiyetlere sahiptir, bağımsız mı yoksa birilerinin mi adamıdır gibi sorgulamalarla bu muhakemeyi yapabiliriz. Sonrası kendiliğinden gelir. Şahsen ilk vakitler okuduğum her bilgiye mim koyar ve referanslardan kontrol ederdim. Böylelikle bir araştırma melekesi kesp etmiş olurdum. Kaynakların kaynaklığı meselesidir bu. Bir bilgi neden kaynak olsun? Böyle düşündüğümüzde tarih ve tarihçilik gerçekten hayati bir meslektir. Çünkü bir milletin hafızasını teşekkül ettirdiği gibi bir kültür-medeniyetin temadiyetine veya izmihlaline vesile olabilir.

Salih Gürbüz: 7. Sual- Hocam son olarak Üstad Kadir Mısıroğlu’na dair unutamadığınız birkaç hatıranızdan bahseder misiniz?
Beytullah İmzaoğlu: Hayatta bazı şeyler hususi kalmalıdır belki en azından bir hatırat yazacak kemalata erene kadar bizlerde kalmalıdır. Merhum Kadir Hocayla gerçekten büyük bir yakınlık nasip oldu ve o vefat edene kadar da bu devam etti. Şükründen âcizim. Burada kendi bahsimden inhiraf ederek ve affınıza sığınarak biraz merhum hocadan ve davasından bahsetmek istiyorum. Üstad, Türklük/Müslümanlık/Osmanlılık şuurunu aşılardı. Misak-ı Milli mefkuresini yeniden ihya etmişti. Milletimize itimad-ı nefs sahibi olmaları gerektiğini bilfiil göstermişti, Dünya’ya Anadolu-Rumeli asgari vatanında ve İstanbul merkezli bakmayı öğretmiş ve Avrupa-merkezli bakışlardan, Osmanlı gerilemesi gibi masallardan kurtulmamıza vesile olmuştu. Üstad bir dava adamıydı, tâvizsiz bir kimseydi, bâtıla tâviz verdiği asla görülmemişti. Doğru Din (ehl-i Sünnet) Doğru Tarih ve Doğru Dil (Sağdan-sola yazı ve uydurukça kelimeleri olmayan bir Doğru Türkçe) esas davalarıydı. Sağdan-sola okur-yazar olmayan kimse onun nazarında münevver olamazdı. Peçevi tarihini okuyup anlayamayan kimse de tarihçi olamazdı. O, Cumhuriyet nesillerinin karşılaşabileceği her mes'eleyi çok evvelden yazmış ve anlatmıştı. Gerçekten de dediği gibiydi “Ben sizin neslinize söylemem gerekeni söyledim.” Üstad’ın külliyatını okuyan birisi bu vakıayı rahatlıkla idrak edebilir. Ortada PKK yokken "Doğu Anadolu Türklüğü, Musul Türklüğü ile takviye edilmeli" diyen oydu. Komünizm, Rusya'da hâkim-i mutlak iken 1970 senesinde esbab-ı mucibesini de beyan ederek Rusya yıkılacak diyen oydu. FETÖ ortada yokken Fetullah'ın hâin olduğunu müdellel bir surette ortaya koyan oydu. Irak’ın, Suriye’nin üçe-beşe parçalanacağını on yıllarca evvel yazan ve hazırlık yapmamızı isteyen de oydu. Üstad, bir ömür boyu uğrunda yaşadığı mukaddes davası yolunda defaatle hapsedilen, defaatle sürgün edilen, tecrid edilen, suikastlar tertip edilen kimseydi buna rağmen davasından bir an bile kopmayan bir kimseydi. Türkiye'de Üstad'ın tesiri altında kalmamış hiçbir ciddi şahıs gösterilemez, asla umulmayacak nice kimsenin bile üzerinde emeği vardır. Üstad’ın kalp gözü açıktı, (Manevi terbiyesi olan birisiydi ve ehl-i Sünnet tasavvufunun İslam tefekkürünün zirvesi olduğunu ifade ederdi), O, olduğu gibi biriydi, olanı da olduğu gibi kabullenirdi, kadere teslimiyeti vardı. Üstad oldukça gerçekçi biriydi ve imanı gereği de iyimserdi. Üstad’ın en fârik ilmi vasıfları ise; ilk sırada Hanefi/Matüridi akaidine/fıkhına derin bir vukufiyet, ehl-i Sünnet tasavvufuna derin bir kesbiyettir. İkinci olarak; Türk-İslam-İnsanlık tarihinin umumi kısmına ana hatlarıyla kesbiyet, yakın ve asr-ı Saadet kısmına ise derin bir vukufiyet ve son olarak Kader Perspektifi; müstakil bir tarih usulü/felsefesinin olmasıydı ki bu usulle İslam alimleri İbn Haldun, Kafiyeci, Sehevi gibi üstün bir görüşe sahipti. Bize göre ise o “II. İbn Haldun” hatta ondan da daha üstün cihetleri olan bir tarih usulü ve perspektif sahibiydi. O gerçekten babacan ve iyi kalpli bir insandı.
Allah rahmet eylesin.

   
...
İktibaslarınızda bu sayfayı şu şekilde kaynak gösteriniz:
Kaynak: www.Beytullahimzaoglu.com
...
Twitter - YouTube - Instagram


Konu ile Alakalı Benzer Konular
Konular Yazar Yorumlar Okunma Son Yorum
2020/5: Kültürel Hakimiyet Meselesi - Beytullah İmzaoğlu Beytullahimzaoglu 0 1,223 12-05-2020, 22:39
Son Yorum: Beytullahimzaoglu
2017/5: Kütüphanesiz Münevver Olmaz - Beytullah İmzaoğlu Beytullahimzaoglu 0 1,201 07-05-2020, 15:28
Son Yorum: Beytullahimzaoglu

Hızlı Menü: